22 Eylül 2017 Cuma

Barselona'dan bir günlük kaçış..

Kaçış demeyelim de bir günlük hatta bir kaç saatlik mola diyelim. Sürprizleri severim, insana yaşadığını hissettirir, anı heyecanlı kılar lakin bu sürpriz biraz can sıkıcı olmuştu. Araba yoktu, yani olması gereken yerde yoktu. Çekmişlerdi aracı. Resepsiyona geri dönüp aracı çektikleri yeri öğrendim. Arabadan resepsiyona dönerken yol boyunca her attığım adımda umarım yakın bir yerdedir, umarım bizdeki gibi uğraştırmıyorlardır diye geçirdim içimden.

-Elena, aracı çekmişler nereye götürüyorlar biliyor musun?

-Aa evet, bak bu haritada tam şurda. 

Vallcarca'dan metroyla tam 2 durak sonra, Vall D'hebron durağında inecektim. Oradaymış, yani inince görürmüşüm. Yurt dışında ceza yediğim oldu, en sevdiğim anım olan Central Park önünde korna çaldığım için 350 usd cez ödemişliğim vardı ( kocaman Don't honk 350 usd penalty yazan tabelanın önünde honklayınca yedim tabi :) ) sonra "keyless" aracın anahtarını kaybettiğim için aracı çektirmiş hem çekici hem anahtar parası ödemişliğim de vardı ama İspanya'da bu ilkti ve gidene kadar tabir-i caizse umarım çok öpmezler dedim. 


Aklınızda olsun, bu arkadaşlar çekmeye çok meraklı, araba, bisiklet (evet bisiklet de çekiyorlar), motorsiklet, vespa ne varsa çekmeye bayılıyorlar :) Yer çok kolay, L3 hattında Trinitat Nova yönüne giden metroya biniyosunuz Vall D'Hebron da iniyosunuz, iner inmez sağda kocaman bir otopark göreceksiniz, işte tam orası. Arkadaşlar buraya depozito diyor, despacito ile karıştırmayın ama siz despacito despacito gidin yollarda :) Neyse velhasıl 45 Euro'su ceza olmakla beraber 200 Euro'luk sabah nazarı ile (artık ne diyeceğimi bilemedim, sakınan göze batan bir çöptü adeta olanlar) Barcelona'nın kuzeyine bir yolculuk başladı. Figueres..Fransa sınırında küçük bir İspanyol kasabası.


Salvador Dali benim için normal bir ressamdan çok daha öte. Açıkçası yaptığı sürrealist eskiz çalışmaları değildi ilgilendiğim, benim onda bulduğum başka bir şey vardı. Çok boyutlu düşünsel yetisi ve onun hayatına olan etkisiydi benim ilgilendiğim. Aslında burada şöyle bir tablo vardı, şunu bunu anlatıyordu diye yazıp sıkmak da istemiyorum ama şu bir gerçek ki her insanın ölmeden önce bir kez gidip gezmesi gereken bir yer. Figueres, Dali müzesi dışında bence çok da gezilecek bir yer değil, tipik bir Avrupa kasabası. Bana Bordeaux'dadaki St Emillion'u hatırlattı ancak kabul etmeliyim ki St. Emillion çok daha güzel.


Dönüş yolunda Girona'ya uğramak istedim. Son zamanlarda özellikle Game of Thrones dizisinden sonra oldukça popüler olmuştu, Onyar nehrinin kenarında bir fotoğrafım olmasa mıydı yani :) 


Yağmurluydu Girona, ne sıcak ne soğuk, öyle aradaydı. Durgun bir o kadar suskundu hava, yağmur damlaları sanki yağmaya üşenir gibi düşüyordu yere. Ayaklarım bir yandan mutluluktan uçuyor, bir yandan da yağan yağmurla akan gözyaşlarımmış gibi yürüyordu sokaklarında Girona'nın. Tuhaf bir psikolojiydi, bir yanım hüzün bir yanım mutluluk. Çok romantik bir yer olduğunu kabul ediyorum, tıpkı orta çağ masallarındaki gibiydi herşey. Arnavut kaldırımları olan dar sokaklar, labirent gibi yapılmış bahçeler..Sanki yolunu kaybetmiş bir prensesmişim de az sonra o dar sokakların birinden bir prens gelip kurtarıcakmış gibi hissediyordum kendimi. Yağmurun da etkisi büyüktü tabii, nem kokan dar sokaklarında yürürken yere düşen yaprakları eziyor, sonbaharın gelişini kutluyordum kendimce. .Öyle yavaş öyle sakindi ki her şey, yürürken dinleniyordum. Onyar nehri üzerindeki köprüde, nehire aks eden evlerin silüetlerine bakarken mırıldanmaya başladım. Autumn leaves..  Ne güzel şarkı.


But I miss you most of all My darling When autumn leaves Start to fall...


Autumn Leaves..Tıkla beraber dinleyelim..


Ağır romantizm kokan bu şehirden çıkmalıydım, koşar adım arkama bakmadan kaçmalıydım. Kalırsam aşık olurdum. Belli ki öyle huzur bulmuş, öyle içselleştirmiştim ki kopamaz, hiç olmadığı kadar bağlanır kalırdım. Gen bencildir diye bir kitap vardı okudunuz mu bilmiyorum orada da açıklıyordu incelikle ve ben de acil durum anında ruhun istemsiz bencilleştiğine inanıyorum. Koruma içgüdüsü sanırım. Ruhun yara almasın diye ruhuna başka bir yara verip kaçıyorsun işte ama neden kaçar ki insan? Açılmamış ama açılması muhtemel bir yara, başka bir yara ile kapanabilir miydi? Gittim, dönüş yolunda yağmur iyice bastırmış, silecekler son hızında çalışmaya başlamıştı. Her kilometre biraz daha koparmıştı beni Girona'dan, ya da ben öyle sanmıştım, yağmurdan kaçarken doluya tutulduğumu bilmeden.

Çok da geç sayılmayacak bir saatte vardım Barselona'ya.. Hava öyle yorgun öyle uykuluydu ki yatağa bıraksam kendimi deliksiz uyurdum ama son bir hamle ile en azından yemek yemeliyim dedim. Farkettim ki en son Figueres'de bir şeyler atıştırmıştım ve karnım bana "nerdesin artık beni duy çok acıktım" diye bağırıyordu. Yağmurun üzerimdeki hüznü biraz dağılmış olacak ki sokağa çıktığımda uçar adım yürüyordum. Metroya yürüdüm, tam iniyorken istasyonun köşesinde bir cafe'den şu şarkı geldi kulağıma:


"When Marimba Rhythms start to play

Dance with me, make me sway Like a lazy ocean hugs the shore Hold me close, sway me more"

Çok severim bu şarkıyı :) biraz neşe iyi geldi, La Rambla'nın yukarı caddesinde Ramla de Catalunya'da bulunan efsane lezzetli bir restoran olan Ciutat Condal'a girdim, çok ama çok acıkmışım. Burası gerçekten dedikleri kadar varmış, oldukça lezzetli :) Karnım acıktığında ben ben değilim arkadaş, hemen mutsuzlaşıyorum, yüzüm düşüyor, böyle ağlamaklı falan oluyorum, bak karnım doydu mis gibi hiç huysuzluğum kalmadı işte :)

Günü bitirdim, yorucuydu ama inanın her saniyesine, her salisesine değmişti..

Sonrası mı? Sonrası da sonra :)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ara Ara Belki de Bulursun..