4 Mayıs 2015 Pazartesi

U'Cunda Mutluluk Var :)

dırınırııı 
Y: Alo?
B: Kızıııım tatili gördün mü? 
Y: Hönk! Ne tatili ya?!?! Aaaa 1 mayıs di miii evet ya cumaya geliyor
B: E gidelim diyorum işte 
Y: Nereye gitsek ki ya? Dur ben bi bakınayım...

Sevgili bina yığını, araba mezarlığı olmuş bu yorucu şehirden kaçma düşüncesinin verdiği gazla bir sarılmışım ki hazreti Google'a sormayın :) Bi ayağım yorganın dışında, gıcık soğuk bir gecede uzanırken, parlayan güneşin, denizin hayalleri içinde önerebileceğim bir kaç alternatif bulmuştum.. Bunlardan ilki tabii ki Kaş'tı lakin bizim müdavimi olduğumuz sevimli otelimiz henüz tadilatta olduğundan mecburen orayı eledik.. Sonrasında ki alternatif ise Cunda idi.. Hadi dedik.. Zaten 2 yıl önce de Boz'c'ada dan ( sonraki hikaye olsun, bizim için boz ada ) önceki düşüncemiz oydu.. Hemen booking den otel araştırması, rezervasyon derken bulduk kendimizi yollarda.. Bulduk da, çıkamıyoruz ki çöplük olmuş şehirden.. 12 saat süren komik yolculuğumuzun ardından vardık bir küçük adaya.. Aslında Cunda adası ( diğer adıyla Alibey) ufak bir kara yolu ile ana karaya bağlanmış ve yarım ada olmuş.. Adaya gönül yolu denilen bir köprüden geçiliyor.. Burası Türkiye'nin ilk boğaz köprüsü :)


Yürüyerek de geçebileceğiniz bu köprünün demirleri rengarenk boyanmış 💜 Güneşin hafiften batmaya başlamasına şahit olduğumuz bu köprüde manzara öyle güzeldi ki...:) 

Cunda kara parçası olarak nispeten büyük olsa da yerleşim yeri ve merkez açısından ufak bir yer.. 
Sabah kaldığımız otelin ( Moshinos Otel ) sahibi Seda Hanım'ın hazırladığı muhteşem kahvaltıyla açıyoruz gözümüzü..Şu turuncu şey ne ki diye merak ederken bir kaşık almamla aşık oluyorum bu tada :) Havuç reçeli bu :) Seda Hanım kendisi yapmış :) Pişi, sahanda yumurta, taze biberler derken Seda Hanım sanki evine gelen bir misafirmişiz gibi bizi doyurmak için elinden geleni ardına koymuyor :)

  
Kahvaltıdan sonra adayı keşfedelim deyip düşüyoruz yollara.. Adanın içini gezmeniz için arabaya ihtiyacınız yok, hatta buraya motorla gelinmesi çok daha mantıklı diyebilirim.. 
İlk durak Taksiharyis kilisesi.. 1850li yıllarda inşa edilen bu kilisenin içerisinde bulunan çan, 2. Dünya savaşı sırasında kullanılmış.. Kilise, Rahmi Koç Kültür Vakfının restore etmesinin ardından harika bir müze olmuş.. Buradan çıktıktan sonra kilisenin biraz yukarısında olan eski ismiyle Agios Yannis kilisesi olan şimdi ise Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı olan manastıra uğruyoruz.. Manastır değirmeniyle birlikte büyüleyici bir manzaraya bakıyor.. Girişi ücretsiz olan bu kütüphanede oturup manzaraya karşı kahvenizi içip kitabınızı okuyabilirsiniz...( tabii yer bulursanız :)) ) 


Papatya kokulu dar sokakları, Rum mimarisinin güzel örnekleri, zeytin ağaçları arasından geçerek sahile iniyoruz. Taş Kahve dediler bir kere..Gidelim diyoruz.. Beyaz sandalyeleri, tahta masalarının arasından geçerek oturacak bir yer buluyoruz. Damla sakızlı kahvemiz öyle güzel hazırlanmış ki :) Bir süre burada denizin kokusunu içimize çekerek oturmaya devam ediyoruz. Taş kahvenin hemen arkası pazar yeri. Sağlı sollu bir sürü takıcı, hediyelik eşya satan tezgahları geziyoruz.. Fiyatları diğer tatil beldelerine göre oldukça uygun ( umarım bozmazlar :) ) 

Güneş de tepede iyice parlayınca atlıyoruz arabaya, doğru bıyıklıya :) Bıyıklı plajını bir arkadaşımızdan duymuştuk, sadece bir tesisin olduğu, nispeten bakir kalmış bir koy.. Adadan çıkıp Pateriçe yolunu takip ettiğiniz zaman tabelaları görmeye başlıyorsunuz.. Yol toprak ama manzara yine muhteşem.. Evet bu yolda çocuk gibi hoplayıp zıplamak geliyor insanın içinden :)


Cunda bizi yanıltmıyor :) Bıyıklı yolun en sonunda.. Deniz dalgasız öyle güzel ki.. Kapıp iki birayı koşuyoruz iskeleye :) (İki bira 24 TL o yüzden siz en iyi markete uğrayın gelmeden) Hava biraz esiyor ama yüzeriz deyip kendimizi bırakıyoruz suya.. Yılın ilk denizi.. İyot kokusunun mutlulukla çok alakası olduğunu bir daha anlıyoruz... Güneş batmaya yakın ayrılıyoruz Bıyıklı'dan.. Cd de Aşkın Nur Yengi var http://youtu.be/fZmBF-N5IX4 Şarkının da etkisiyle tüm sahili dolaşıyoruz arabayla.. Sahi bir yer vardı Ayvalık'da...Neydi neydi derken buluyorum orayı..Kanelo! Denizin tam üstünde tarihi bir bina.. Denizin mis kokusu burnumuzda, bira patates yapıp dönüyoruz otelimize.. 

Acıktık artık..:) İlk akşam yemeğimizi AdaSpor Restaurant ta yiyoruz.. Sahilde denizle iç içe, çeşit çeşit lezzetli mezelerin olduğu bu mekanda uzunca bir süre kalıyoruz.. Fiyatları öyle uygunmuş ki hesap gelince acaba eksik mi yazdılar diyoruz ama öyleymiş, e çok iyi :) 

Otele dönerken bir takıcıya rastlıyoruz.. Boncuklar dünyası BeyStone burası :) Çok tatlı bir karı koca işletiyor burayı.. İbrahim Bey tasarımları, Hanife Hanım ise satışını yapıyor.. Bize çok uygun fiyatlarda harika ürünler verdiler.. Tam alışverişin heyecanını yaşarken bir köşeden gitar sesi geliyor.. Ne güzel söylüyor adam deyip soluğu orada alıveriyoruz :) Cilveli Cunda imiş adı.. Buraya mutlaka gelin derim.. İç dekorasyonu öyle muhteşem ki her dakika gözünüze başka bir şey takılıyor.. Sahibi, personelleri çok ilgili.. Bizi gerçekten eğlendirdi bu cilveli cunda :) 

Yorulmuşuz evet :) Saat 4'e yaklaşırken otelin yolunu tutuyoruz...

Devamı var..Bitmedi Cunda :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ara Ara Belki de Bulursun..